Takım elbiseli Lewis Hamilton. Evet, yazımızın başlığı bu.
20 Ocak tarihi için İtalya tatili planlamak isteyen binlerce turist şok edici bir manzarayla karşılaşarak planlarını ertelemek zorunda kaldılar; ülkenin belli bir bölgesindeki hiçbir pansiyonda oda kalmamış, hiçbir restoranda rezervasyon kalmamış, hatta trafik yoğunluğu dahi beklenir olmuştu.
Ocak ayında Ayvalık’ta trafik ve yoğunlukla karşılaşmakla eşdeğer bir durumdu bu.
Bu tarih turistler için hiçbir şey ifade etmiyordu elbette, Ocak ayının herhangi bir günüydü sadece… kış güneşi geç doğacak, erken batacak, beraberiyle sıcağı getirmediği gibi gidişinde de yerini dondurucu soğuklara bırakacaktı. Her şey normal gibiydi aslında.
Ancak dünyaya bir çiçek dürbününden -dürbünümüzün adı Formula 1 olsun- bakan milyonlarca insan, o günün normal bir gün olmadığını biliyordu.
Dürbünü hayranların elinden alıp bir de biz baktık İtalya’nın şirin coğrafyasına ve hemen bazı detaylar gözümüze çarptı: kırmızı tişörtlerle gezen insanlar, içinde şahlanan bir at barındıran bir logolu bayraklar, etrafı çitle kaplı bir arazinin etrafında kümelenmiş kalabalık… en nihayetinde de kırmızı kapılı beyaz bir binanın önünde takım elbiseli bir adam.
Takım elbiseli adamın suratında ciddi bir bakış var, ancak öyle bir ciddiyet ki, kendisini biraz olsun tanıyanlar o ciddiyetin altında gülümseyen, hatta kahkahalar atan bir çocuğa rastlıyor. Hayallerine ulaşabilmiş bir çocuğun sevinci, soğukkanlılığını korumak isteyen bir yetişkinin endişesiyle birleşmiş gibi bakışlarında.
Kim olduğunu hemen anlıyoruz bu takım elbiseli adamın: kendisi yedi kez Formula 1 şampiyonu, en çok yarış kazanma rekorunun sahibi ve en nihayetinde de Ferrari’nin yeni pilotu Lewis Hamilton’dan başkası değil.
Halen tüylerimizi diken diken ediyor bu ifade. Ferrari pilotu Lewis Hamilton. Yıllardır kalitesiz montajlanmış fotoğraflarla “acaba Hamilton bir gün Ferrari’de yarışsa nasıl olur” şeklinde muhabbetini çevirdiğimiz kişinin şu anda gerçekten kırmızı araca biniyor olması kolay alışılabilecek bir şey değil.
Sadece bizim için değil, Hamilton için de aynı durum geçerli. Geride bir aile bıraktı Lewis, 12 yıldır her anında onu destekleyen yüzlerce insanı geride bıraktı. Ona bir ağabey şefkati gösteren takım patronu Toto Wolff’ü, birlikte her yarış daha da büyük başarılara koştukları Peter “Bono” Bonnington’ı, arka plandan elini her zaman omzunda hissettiren James Allison’ı bıraktı.
Fakat dedik ya, Ferrari pilotu Lewis Hamilton. Bu ibare için pek çokları belki yirmi, otuz kat daha büyük fedakarlıklar yapmaya hazır. Ancak bu fedakarlıkların hiçbiri, 12 senedir seni karşılıksız destekleyen ailenden ayrılmak kadar büyük duygusal etkilere sahip midir ki?

KIRMIZI KAPIDAN İÇERİ
2 Aralık 2014 tarihine, yaklaşık on sene öncesine gittiğimizde karşımıza bir video çıkıyor. Videonun ismi dönemin ruhuna uygun bir şekilde her şeyi açıklıyor: Vettel’s Debut at Fiorano, yani Vettel’in Fiorano’da İlk Deneyimi.
Bu videonun yayınlanmasından üç gün kadar önce Sebastian Vettel ilk defa Ferrari’nin evi Maranello’ya ziyarette bulunmuş, kendi kaskına “Ferrari’de ilk günüm, 29.11.14” şeklinde bir imza atarak hayallerindeki o anı ölümsüzleştirmeyi başarmıştı.
2 Aralık tarihinde çıkan videonun önemli detaylarından biri de Vettel’in kırmızı tulumlarla o kırmızı kapılı beyaz evden çıkmasıydı.
Dört kez dünya şampiyonu Vettel ilk kez piste çıkmadan önce tulumları giymek için ne soyunma odalarını kullanmış, ne de pistin yakınındaki odalardan birini kullanmıştı. Bunun yerine ahşap eski bir evi tercih etmiş, sonrasında da ufak bir kapıyı aralayarak geniş bir meydan üstünden Fiorano pistine geçiş yapmıştı.
Ev ve meydan… ikisinin de ortak özellikleri var. İki mekan da Ferrari efsanelerini temsil ediyor, bu efsanelerin ikisi de kırmızıya en bağlı insanlar olarak kabul ediliyor.
İsimleri tahmin ettiğinizi biliyorum: Enzo Ferrari ve Michael Schumacher.
Maranello’da yer alan kırmızı kapılı ev, 1898-1988 yılları arasında yaşamış, yaşadığı her an modern dünyanın tarihine yapabileceği her türlü katkıyı yapmış Enzo Ferrari’ye ait. Enzo gerçek bir yarış efsanesiydi, öyle ki, yarıştığı araçlardan memnun kalmayınca kendi aracını üretecek kadar bağlıydı bu spora. Yani o klişeleşmiş “diğerleri araba satmak için yarışır, biz yarışmak için araba satarız” sözü bir gerçekliğe dayanıyor.
Enzo uzun hayatı boyunca kendi soyadını taşıyan markanın her açıdan bir ikon olabilmesi için her şeyi yaptı: Maranello’ya bir fabrika inşa ettirtti, fabrikanın yanına Fiorano olarak anılan test pistini kondurttu ve takımını ne olursa olsun -tamam, 1964’te iki yarışlık bir mavi maceramız var ama istisnalar kaideyi bozmuyor- kırmızıdan başka hiçbir renkle yarıştırmadı.
Kırmızı onun hayatını tanımlayan renkti. Öyle ki, operasyonları daha rahat yürütebilmek için Maranello tesislerinin içine yaptırttığı evin kapısında bile kırmızı rengi tercih edecek, her sabah o kırmızı kapıdan dışarı çıkacak, her gece o kırmızı kapıdan içeri adım atarak gününü noktalayacaktı.
O kırmızı kapıdan içeri giren tek efsane Enzo Ferrari olmadı elbette. Enzo’nun vefatı sonrası pek çok isim bu evi tabiri caizse bir hac görevi için ziyaret etti: Michael Schumacher, Fernando Alonso, Sebastian Vettel, hatta duygusuzluğuyla anılan Kimi Raikkonen.
Bu isimler arasından Ferrari’ye en ciddi katkıda bulunan isim elbette takımın şampiyonluk hasretini dindiren, kırmızı tulumla beş kez şampiyon olan ve Ferrari’yi yıllardır yolunu kaybettiği doruklara yeniden sevdalandıran Michael Schumacher oldu. En büyük onur da kendisine verildi: Enzo Ferrari’nin evinin yer aldığı meydan Michael Schumacher meydanı olarak isimlendirildi.
Vettel’in kırmızı kapıdan içeri girişinden 11 sene sonra, 20 Ocak günü ilk kez bir şampiyon kırmızı kapılı evi ziyaret etti. Takım elbiseleri çekti, evin önünde fotoğraf çekimine katıldı ve başta kendisi olmak üzere herkese “evet, artık ben gerçekten de Formula 1 pilotuyum” mesajını verdi.
Bir gün sonra ise kırmızı kapıdan ilk kez içeri adım attı Lewis Hamilton. Tıpkı seleflerinden Vettel gibi o da tulumları kırmızı kapılı evde giydi, ardından kırmızı kapıdan dışarı çıktı, Michael Schumacher meydanında yürüdü ve Ferrari ile ilk sürüşü için Fiorano’nun yolunu tuttu.
Bu gönderiyi Instagram’da gör
HAMILTON’A TAKIM ELBİSE GİYDİREBİLMEK
Sporcular farklı dünyanın insanları. Bu, sporla biraz olsun ilgilenen herkesin bildiği ve yadırgamadan kabul edeceği bir gerçeklik. Giyinişlerinden yaşam stillerine, enerjilerinden yedikleri yemeklere kadar bambaşkalar. Sporculara baktığımızda aslında paralel evrenlere bakıyoruz; her yıl dünyanın muhtelif yerlerinde portallar açılıyor, sporcular da dünyamıza gelip hayatlarımıza tat katıyorlar.
Bu konuda en doğru analizi yapan spor MotoGP. Sporun ateşli izleyicileri, bazı pilotları “uzaylı” olarak isimlendiriyor, biraz da iplerini pazara seriyor.
Yaşam tarzlarından bahsetmek gerekirse çoğu sporcunun iki değişkeni dengeleyebilmek için çaba sarf ettiğine değinmemiz gerekir: disiplin ve özgürlük.
Bir insan sporcu olduysa bunun sebeplerinden biri her zaman birikmiş fazladan enerjiyi atabilmektir, bunun için de sporcuların kendilerini rahat hissedebileceği bir ortama ihtiyaç var. Bu, denklemin özgürlük ayağını oluşturuyor.
Ancak başarılı bir sporcu olmak için bu enerjiyi doğru kanalize edebilmek, doğru yollardan dışarı atmak gerekiyor. Aksi takdirde sakatlıklar mı dersiniz, zihinsel sıkıntılar mı dersiniz, farklı bataklara düşmek mi dersiniz, pek çok sporcuyu karanlık gelecekler bekleyebiliyor. Sıkıntılardan kaçınabilmek için de belli kuralların altında yaşamak gerek elbette. Bu, denklemin disiplin ayağını oluşturuyor.
Lewis Hamilton bu denklemi kurmakta zorlanıyor gibi görünen bir sporcu. Kendisi sık sık özel hayatıyla, sevgilileriyle, spor dışı projeleriyle, aktivistliğiyle, hobileriyle ve çok daha fazlasıyla gündeme gelen bir isim. Bu nedenle kendisinin özgürlük tarafına biraz fazla kaydığı söylenebilir.
Oysa ki söz konusu iş etiği olduğunda Hamilton tam tersi bir görünüm çiziyor; fiziğine dikkat eden, antrenmanlarını düzenli olarak yapan, aracı sadece sürmekle değil tanımakla da ilgilenen bir isim. Gerçek bir şampiyon.
Ancak ne olursa olsun Lewis Hamilton’a bazı şeyleri yaptıramazsınız; mesela kendisinin giyimine karışamazsınız. Ne isterse onu giyer, ne zaman isterse o zaman giyer. Padokta kendisini yüzlerce kez bazıları bizzat kendi tasarımı olan modern kıyafetlerle görmedik mi sonuçta?

Lewis Hamilton’ın gala gecelerini saymazsak takım elbise giymeyi de pek tercih etmediğini söyleyebiliriz. Hatta bazen gala gecelerinde bile giymiyor; 2017 gala gecesinde Türk düğünlerinden çıkmış bir takım elbise, 2018 gala gecesinde kahverengi pantolon ve kumaş ceket, 2019 gala gecesinde ise tamamen kot kumaşından yapılmış bir kıyafet giydiğini görüyoruz.
Önemli günlerde bile tarzını konuşturan Lewis Hamilton, Ferrari ile ilk gününde ise bildiğimiz kendisinden uzak bir imaj tercihi yaptı; şık bir İtalyan takım, takımın üstünde ise Türkiye’de “Polat Alemdar paltosu” olarak bildiğimiz uzun bir palto.
Ferrari’nin spor tarihi açısından önemini sık sık vurguluyoruz, ancak kültürel önemini asla geri plana atmamalıyız. Enzo Ferrari bu kültürel misyonun farkındaydı: “Bir çocuğa kalem verip araba çizmesini isteyin, çizeceği araba kırmızı olacaktır” sözüyle Ferrari büyüklüğünü anlatmış, ancak bu büyüklüğün sporu aşan kültürel bir büyüklük olduğunu da belirtmişti bir nevi.
Ferrari dendiğinde aklımızda canlanan kavramlardan biri de ciddiyet. Enzo Ferrari’nin Rush filminde görüntülendiği sahneyi hatırlayın: Il Commendatore test pistinin hemen dışına sandalyesini atmış, yanda bir masaya radyosunu yerleştirmiş, sakin sakin gazete okuyor. Üstünde bir takım elbise, ciddiyet yerinde.
Enzo Ferrari’den miras aldığı bu ciddiyeti her zaman korudu Ferrari. Takım hakkında kötü konuşmak yok. Belli kuralların dışına çıkmak yok. Ast-üst ilişkileri sabit, saygısızlık yok. Başarısızlığa tahammül hiçbir şekilde yok -uzun başarısızlık dönemlerinde dahi.
Ferrari imgesinin sac ayaklarından birini oluşturan ciddiyet kavramı, 20 Ocak tarihinde Lewis Hamilton gibi bir isme takım elbise giydirmeyi başararak zirve yaptı diyebiliriz. Nitekim dünya üstünde Lewis Hamilton’a takım elbise giydirebilecek başka hiçbir güç yok.
Yazımızın ilk satırlarında “ağabeyi gibi” şeklinde andığımız Toto Wolff bile başaramadı bunu. Lewis’in Ferrari’yi ilk ziyaretinden sonra verdiği “yıllarca takım elbise giysin diye çabaladım ancak başarısız oldum” şeklindeki demeci de aslında kendi etkisizliğini değil, Ferrari’nin bu dünyayı aşan seviyede etkisini gösteriyor.
İyi ki de etkili olmuşlar, çünkü hem takım elbise, hem kırmızı tulumlar ona çok yakışıyor.